19 Aralık 2014 Cuma

Bir Damla Göz Yaşı (Hz. İsa'ya Mektup)


Süleyman Nazif niçin Hz. İsa’ya mektup yazdı?

Bir mektup niçin yazılır? Mektup yazabilmek için insanın söyleyecek bir sözü, ulaştırılması gereken bir meramı, ifade edilmesi gereken bir derdi, özlemi olmalıdır. Ya şimdi mektup niçin hayatımızın bir parçası değildir. Belki de Simone Signoret haklıdır “Özlemin eski tadı yok” derken. Kitle iletişim araçlarının hızı, cep telefonları ve internet ile anında ulaşılabilen varlıklara dönüşmemiz sadece mektubu değil “özleme” hasletimizi de berhava etmiştir. Her ne oldu ve mektup hayatımızdan uzaklaştı ise konumuz o değil. Şimdi daha farklı bir mektuba ve yankılarına bakacağız. Güncelliğini “maalesef” yitirmemiş bir mektup ile karşı karşıyayız. Eminim ki mektubun 1927’de vefat eden yazarı da imza attıklarının hâlâ güncel kalmış olmasından dolayı mutluluktan ziyade yeis duyar, imza attığı meselelerin tarihin tozlu sayfalarında unutulmuş olmasını tercih ederdi. Ancak görünen o ki, mesele onu dile getirenin de hiç istemediği şekilde “şiddetle” gündemde kaldı. 
Bugünkü yazının konusu olan mektubu kaleme alan Süleyman Nazif ise Cemil Meriç’in “yazı hayatımın ilk mukaddes isimlerinden biri” diye tanımladığı kişidir. Cemil Meriç onun için “Türk nesrine haysiyet ve asalet kazandırmak için ruhunun tüm melekelerini seferber eden o gümrah kalemden zamanımıza kalan üç beş nükteden ibaret” diye hayıflanır.
Son dönem Osmanlı aydınlarından Süleyman Nazif, Vatan ve Son Telgraf gazetelerinde yayınladığı ve hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar nezninde “gürültü” koparan yazılarını 1924’te kitaplaştırır. “Hz. İsa’ya Açık Mektup” ismini taşıyan yazı ve çıkan polemikler üzerine, bu yazıyı açan diğer yazılardan oluşan bu kitap, Süleyman Nazif’in tarifiyle “süslü küfür ve zulmet kıt’ası” Hristiyan Avrupa hakkında İsa (A.S.) hitaben kaleme alınmış bir şikâyetnamedir. Bu şikâyetnamenin neo-con ABD’si ve günümüz AB’si için uzak, yabancı bir metin olduğu söylenebilir mi? Köprünün altından çok suyun aktığının ve her şeyin değiştiğinin söylenemeyeceğinin en büyük şahidi Mostar Köprüsü’dür bence. Mostar Köprüsü’nün şahadeti bile yaşanan bir çok değişimin arka planında bazı şeylerin değişmemesini sağlama gayreti olduğunu göstermeye yeter.
Süleyman Nazif’in mektubunu güncel tutan ise şu bir türlü bitmeyen Haçlı Seferleri’dir elbette. Batı kendini hep düşman yabancının üstünden tanımladı ve İslamiyet de batı için bu anlamda hep bir tehdit olarak algılandı. Haçlı seferleri’nden Endülüs’e, Birinci Dünya Savaşı’ndan 11 Eylül’e tarih bunun örnekleriyle doludur. Mesela Mehmet Akif, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Berlin’de bulunduğu sırada Kudüs’ün İngilizlerce işgal edilişi haberinin Berlin’de bir sevinç dalgasına yol açtığını, kiliselerin çanlarının kutlama amacıyla çalındığını anlatır. Halbuki o dönemde Almanya ve Osmanlı Devletiyle müttefiktir ve İngiltere ile de savaşmaktadır. Yani en kaba ifadesiyle iş ortak hasım olan İslamiyet’e gelince müttefiklik bile bir kenara bırakılmakta, düşmanlıklar bile göz ardı edilebildi.
Batının çifte standartı
İki olay Süleyman Nazif’in bu mektupları yazmasına sebep olmuştur. Birincisi İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulacak olan Birleşmiş Milletler’in işlevine benzer bir kuruluş niteliği taşıyan Cemiyet-i Akvam’a (Milletler Cemiyeti) İngiltere tarafından getirilen bir tekliftir. Teklife göre Cemiyet, Osmanlı Devleti’ne Hristiyan cemaatinin durumunu kontrol etmek için bir heyet göndermeliydi.
İkinci olay ise bir Fransız gazetesinde yayınlanan makaledir. Makalenin yazarı o günlerde bağımsızlık mücadelesi veren Fas’ta zor durumda bulunan sömürgeci güç İspanya’ya yardım edilmezse bağımsızlık hareketlerinin yayılacağını, Avrupa’nın Kuzey Afrika’daki sömürgelerini elden çıkarmak zorunda kalabileceği yorumunda bulunmaktadır. Süleyman Nazif ise bu iki haberi ard arda değerlendirerek yaşanan çifte standartların kendisinde duyurduğu infiali Hz. İsa’ya hitaben yazdığı mektupta ifade etmiştir. Bu mektubun üzerinden bir asra yakın bir zaman diliminin geçmiş olması ise köprünün altından çok şeyin geçtiğinin göstergesi değil. Söz konusu zaman içinde yaşanan değişimler ise mektupta şikâyet edilerek vurgulanan fenalıkların ve çifte standartların aynı kalmasını, değişmemesini sağlamak niyetiyle yapılmış fiillerden ibaret.
Evet, Haçlı Seferleri hiç bitmedi. Mesela 1 Mart 1992, tarihe Bosna-Hersek’in bağımsızlık günü olarak geçti. 6 Nisan 1992’de ise Avrupa Topluluğu Bakanlar Konseyi’nin Bosna-Hersek’in bağımsızlığını tanıdığı gün içsavaş olarak bellediğimiz kanlı dönem başladı. Aslında yaşanan eski bir hesabın, tamamlanmamış bir soykırım projesinin kaldığı yerden devreye sokulmasından başka bir şey değildi. 93 Harbinde, Balkan Savaşlarında yaşanan mezalim neyi amaçlıyorsa, Srebsenitsa Katliamında da hedef aynı idi.
Acaba Rahmetli Süleyman Nazif Fransız düşünür Baudrillard’ın, Kusursuz Cürüm adlı kitabında yer alan “İşin aslı şu ki, Sırplar, etnik temizlik vasıtası olarak, Avrupa’nın inşasında öncü bir rol oynuyorlar. Gerçek Avrupa’nın, beyaz Avrupa’nın; hem ekonomik hem etnik hem de ahlakî bakımdan sıvalanmış, yekpare kılınmış, arınmış bir Avrupa’nın… Parlamentoların gölgesinde şekillenen gerçek Avrupa budur ve bu Avrupa’nın öncüsü Sırbistan’dır” satırlarını okusa idi, Hz. İsa’ya hitap ederek yeni bir mektup yazma ihtiyacı duyar mıydı? Bunu bilemeyiz.
Sadece insan alçalabilir
Tek bildiğim Süleyman Nazif’in satırlarının da, insanda bir şey değişmemiş duygusu uyandırıyor. Hristiyanların zulümde ilk Hristiyanlara zulmeden Roma İmparatoru Neron’u fersah fersah geride bıraktığını vurgulayan Süleyman Nazif, buna örnek olarak Amerika kıtasının yerli nüfusuna yapılan ve soykırım raddesine varan şiddeti ve Afrika kıtasında işlenen derin zulmü verir. Bölgeye medeniyet götüren Endülüslü Müslümanlara karşı işlenen suçları da anlatan Nazif, Papalık kurumunun yozlaşmasına örnek olarak da “cennetten arsa” vadeden Papaları anlatır ve zihinlerde hakkın yerini kuvvetin almış olmasını şiddetle eleştirir. Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem’in birçok romanının kahramanı olan Ijon Tichy, Yıldız Güncesi’nde “Sadece insanın alçak olabileceğini bilmek rahatlatıcı bir şey” der. Acaba siz bunu bilen insanlar olarak ferahladınız mı?
Süleyman Nazif’in kaleme aldığı Hz. İsa’ya Açık Mektup, Lamure  Yayınları tarafından eski ve yeni harflerde iki ayrı versiyonu yanı sıra sadeleştirilmiş üçüncü bir versiyonun da ekli olduğu özel bir kitap olarak yeniden yayınlandı. Böylece hem Süleyman Nazif’in yetkin uslubuyla okumak isteyenlerin gönlü hoş tutuldu hem de dilini ağır bulup metinle bağ kurmaktan kaçınanlara alternatif sunulmuş oldu. Sadeleştirilmiş bir metnin aynı zamanda yavanlaştığını bilenler ise Süleyman Nazif’in kurduğu cümlelere ulaşmanın hazzını yaşayabilirler… 

Sözü yine Cemil Meriç’e bırakalım: “Nazif için bir türbe inşa etmek. Dilini kaybeden bir neslin böyle bir mazhariyete hakkı yok. O büyük ölüye ağlamak bile bir imtiyaz.” Umulur ki Lamure, “Süleyman Nazif Külliyatı”nın diğer kitaplarını da aynı özenle yeniden kitaplığımıza kazandırır. Belki gelecek kuşaklar da bir damla gözyaşı dökebilme imtiyazına ve bahtına kavuşurlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder