18.yy’dan itibaren uzun
süren savaşlar neticesinde siyasi yönden zayıflamaya başlayan Osmanlı Devleti,
mali yönden de zayıflamaya başlamıştı. Halktan alınan şer’i ve örfi vergiler yeterli
olmayınca savaş zamanında halka yeni vergiler ihdas edilmiş ve zamanla bu
vergiler sürekli bir hal almıştı. Yeniçerilere ulufe dağıtabilmek için maliye
bazen, sarayın ve diğer devlet erkanının altın ve gümüş gibi madenlerden
eşyalarını eritip sikke darb ettiriyordu. Bazı eyalet sancakların başında
bulunan beylerbeyi ve sancak beyleri topladıkları vergilerin ancak cüz’i bir
kısmını İstanbul’a gönderiyorlardı.
III. Selim’in devletin
gelir kaynaklarını iltizamdan kurtarmak, harp hazinesi ihdas etmek gibi mali
fikirleri fiiliyata geçemedi.
Devlet hazinesinin köklü
mali tedbirlerle ıslah olunması gerektiği halde işleri daha da zorlaştıran ve
içinden çıkılmaz bir duruma düşüren günlük tedbirlere tevessül eden bir
zihniyet maliyenin başında bulunuyordu. Hazine hemen hemen boş olduğu için
devlet masraflarını karşılamanın yollarını aramaya başladı. İlk olarak hükümet
borçlarını uzun vadeli senetlerle ödemeye başladı. Ayrıca darphanede basılan
sikkelerin ayarı düşürülüyordu. Masrafları karşılamanın bir diğer yanı da kağıt
para ihraç etmekti. Bu tedbirler yetersiz kaldığı zaman ise ekseriyetini
Rumların oluşturduğu Yahudi Ermeni ve İtalyanlardan da oluşan Galata Bankerleri
diye bilinen bankerlere müracaat edilerek yüksek faizli nakit para girişi
sağlanmaktaydı.
Tanzimat Fermanı’nın
ilanıyla birlikte vergide eşitlik, para basımının kontrol edilmesi ve denk
bütçe oluşturulması gibi mali ıslahatlar yapılmış ama bunlar da akim kalmıştır.
En haşmetli dönemlerinde olduğu gibi duraklama ve gerileme dönemlerinde de Osmanlı
Devleti kendisini Avrupalı devletlerden üstün tutmuştur. Herhangi bir sebepten
dolayı bu devletlerden yardım talebinde bulunulması devletin itibarını
zedeleyecektir. Bunun için çok uzun yıllar Avrupa’dan dış borç alınmamıştır.
Sultan I. Abdülhamit, II. Selim ve III. Mahmut dönemlerinde zaman zaman borç
alma teşebbüslerinde bulunulduysa da bu teşebbüsler neticesiz kalmıştır.
Ancak Kırım Savaşı’nın
kapıya dayanması bu savaş için yapılacak harcamaların artması ve diğer iç ve
dış harcamalar için daha fazla dayanılamamış ve 1854 yılında ilk defa Osmanlı
ile İngiliz-Fransız ortaklığı ile dış borçlanma başlamıştır. Bu ilk borçtan
sonra korkunç derecede bir hızla borç alınmaya devam edilmiş ve ilk borçtan sadece
21 sene sonra hükümet 1875 yılında Muharrem Kararnamesi’yle borçların
faizlerini dahi ödeyemeyeceğini ve iflas ettiğini açıklamıştır.
Bunu fırsat bilen Avrupalı
devletler borçlarını tahsil etmek için
iptidası “Rüsum-i Sitte idaresi olan ve daha sonra Düyun-ı Umumiye idaresi
adını alan teşkilatı kurmuşlardır. Bu teşkilât kısa zamanda Osmanlı Devletinin
bütün gelirlerini ve vergilerini kontrol altına almış hatta devlet memurlarının
maaşlarını bu teşkilât ödemeye başlamıştır. Zamanla birer birer Osmanlıdan
kopan ve bağımsızlıklarını kazanan devletler arasında paylaştırılan bu borçlar
(Lozan Anlaşmasında paylaştırılmıştır). 1954 yılına kadar peyder pey
ödenmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, borçlanma yoluyla elde ettiği paraları iki
şekilde harcamıştır. Bunlardan ilki; devlet bu paraları mutat masraflarında
yani bütçe açığını kapatmakta kullanmıştır ki en çok bunun için borç almıştır.
Diğer bir şekil ise sanayi, ticaret ve ziraat gibi ileriye dönük yatırımlardır.
Bu ikinci kısım için çok fazla harcama yapılmamıştır. Bu yöndeki en önemli
yatırımları Rumeli demiryolları projesi ve çoğumuzun farkında bile olmadığı
ancak yurdumuzun hemen sahil tarafındaki karşısında bulunan ve şimdi askeri
fabrika olan Zeytinburnu silah ve makine fabrikasıdır.
* Bu Makale, 09-06-2003
Tarihinde Prof. Dr. Ali İhsan Gencer’e Sunduğum Ve Onun Tarafından Kabul Edilen
“Tanzimat Döneminde İlk İstikrazlar” Adlı Mezuniyet Tezinin Bir Hulasası
Mahiyeti Taşımaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder