21 Aralık 2014 Pazar

Ulu Hakan Sultan II. Abdülhamid Han








Babası         : Sultan Abdülmecit   


                                        Annesi         : Tir-i Müjgân Sultan       
                                        Doğumu      : 21 Eylül 1842
                                        Vefatı          : 10 Şubat 1918                       
                                             Saltanatı     : 31 Ağustos 
                       1876- 27Nisan1909                                                                                                                                                         


  Osmanlı Padişahlarının otuz dördüncüsü ve İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu olan II. Abdülhamit Han 1876 yılında Osmanlının siyasi, ekonomik ve toplumsal yönden çöküntü içerisinde olduğu buhranlı bir dönemde devletin başına geçmiştir.                                                                   
    
  Dirayetli ve liyakatli bir lider olan Abdülhamit Han, yirmi dört  saat içinde iki defa yemek yer, içecek olarak ta yalnızca saf su içerdi. Günün on sekiz saatini devlet işlerine ayırır, dört saat kadar uyku uyurdu.(john luis, sabuncu a.g.e, s:14-15). Hiçbir evrak’a abdestsiz imza atmazdı.(mabeyn başkatibi esat bey hatıraları). Başta kaldığı otuz üç sene zarfında, devlet bir karış dahi toprak kaybetmemiştir. Siyasi bir deha olan hükümdar imzalarla ve ince fikirleriyle devleti idare etmiştir. Sultan Abdülhamit Han, inanılmaz bir zeka, insanı şaşırtan bir azim ve yorulmak bilmeyen faaliyetleri ile Türk Milletine ve Memleketine unutulmaz hizmetler de bulunmuştur. Ünlü Alman Prensi Bismark’a göre: Akıl yüz gramdır ; bunun doksan gramı Abdülhamit Han’da , beş gramı kendisin de, beş gramı da diğer siyasilerdedir. Otuz bir mart vakasında hareket ordusu da denilen ittihat terakki ordusu, İstanbul’a hiçbir zorlukla karşılaşmadan girdi. Eğer ülkenin en mükemmel ordusu olan birinci orduya karşı koyma emri verilseydi, hareket ordusu anında yok edilebilirdi. Fakat Abdülhamit Han; “Ben Müslümanların halifesiyim, Müslüman’ın Müslüman’ı kırmasına razı olamam” demiştir ve ısrara rağmen birinci orduya müdâfaa içinde olsa emir vermemiştir. Ender bir siyasetçi olan Abdülhamit Han aynı zamanda çok merhametli bir karaktere sahipti. Padişahlığı döneminde hak edilmesine rağmen kimseyi idam ettirmemiş, sürgüne gönderdiği kişilere de maaşlarını vermiştir. İngilizlerin 1900’lü yıllarda hariciye vekilliğini yapmış olan, Edward Grey, Osmanlılar aleyhinde en çok gayret sarf edenlerden biri olmasına rağmen Sultan Abdülhamit’in vefatından sonra, “Ne büyük kayıp! Hasmımdı,ama onun ölümüyle diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti”, demiştir. Diplomasi mesleğini ustalıkla yürüten hükümdar jeopolitik bilgisiyle de, devrinin siyasetini mülahaza ederek ileriye dönük isabetli tahminler yapabiliyor ve kararlar alıyordu. Örneğin İngiltere’nin, Rusya’nın Orta doğuya sarkmasını önlemek amacıyla kuvvetinden ümidini kestiği Osmanlı Devletinin yerine Doğu Anadolu da, kendisine bağlı bir Ermeni prensliği kurmak niyetinde olduğunu düşünerek, ne doğuda Ermenilere nede Osmanlının borçlarını ödeme vaadi vererek Filistin de bir devlet kurmak isteyen Yahudilere fırsat vermemiştir. Devletler arası denge politikasını izleyen hükümdar, yakında bir kıvılcım kopacağını ve dünya savaşı olacağını tahmin ederek Osmanlıyı bu savaşa hazırlamaya çalışmış, denge politikasını da yalnızca bu savaşta yanlız kalmamak ve galip gelmek adına uygulamıştır.

Saltanatı boyunca; Büyük devletlerin telkinleriyle yapılacak ıslahatın, memleketin o bölgesinin devletten kopması demek olduğu tezini savunarak, Avrupa’nın tamamen desiseden ibaret olan yapmacık fikirleriyle hareket etmemiştir. Hükümdarlığı dönemince büyük bir azim ve gayretle devleti ve milleti için çalışan Abdülhamit Han, 7 rebiu’l-ahir 1327 (28 nisan 1909) Salı günü, Elmalılı Hamdi Yazır’ın, yazmış olduğu fetvayla ki, bu fetva meclisi mebusan da okunmuş ve Ermeni, Yahudi ve de Rum milletvekillerinin de oylarıyla kabul edilerek hal edilmiştir. Tuhaftır ki, Abdülhamit Hana hal kararını tebliğ için gelenlerin hiç biri Türk değildi. Bunlar; Yahudi Emanuel Karasu, Arnavut Esat Toptani, Ermeni Aram efendi ve padişahın uzun seneler yâverliğini yapmış karışık soydan biri olan Arif Hikmet paşa idiler. Vatansever ve münevver bir kişiliğe sahip olan Abdülhamit Han hal kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu mâbeyn başkâtibi Cevat beye sorup öğrenince haklı olarak şu sitemkâr sözleri söyledi: “BİR TÜRK PADİŞAHINA VE  İSLAM HALİFESİNE HAL KARARINI BİLDİRMEK İÇİN ,BİR YAHUDİ,BİR ERMENİ, BİR ARNAVUT VE DE BİR NANKÖRDEN BAŞKASINI BULAMADILARMI?.


VE BİR HATIRA
Mehmet Âkif bir yaşlı zâtı anlatıyor: Sultan Ahmet camiine gidiyorum her sabah ne kadar erken gidersem gideyim mihrabın bir kenarında saçı sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir adam ümitsizce bedbin durmadan ağlıyor. O kadar ağlıyor ki ağlamadığı tek dakikayı yakalayamadım. Nihayet bir gün yanına sokuldum. Muhterem dedim, Ah Efendim dedim, Allah’ın rahmetinden bir insan bu kadar ümitsiz olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun? Bana “Beni konuşturma” dedi, “kalbim duracak”. Ben çok ısrar edince ağlaya ağlaya anlattı.

Dedi ki : “Ben Abdülhamit Cennet mekânın devrinde bir binbaşıydım orduda. Bir birliğim vardı benim de. Annem babam vefat edince, servetimiz vardı payimar olmasın diye sadarete bir istifa dilekçesi gönderdim. Dedim ki annem babam vefat etti falan yerdeki mağazalarımız, filan yerdeki gayri menkullerimiz... bunlara nezaret edecek bir nezaretçiye ihtiyaç vardır. İstifam kabul buyurulursa, istifa etmek istiyorum. Biraz sonra bana doğrudan doğruya hünkârdan bir yazı geldi, istifan kabul edilmedi. Öyle anlaşılıyor ki istifa dilekçem padişaha gönderilmişti. Ben bir daha dilekçe verdim yine aynı cevap geldi. Bizzat çıkayım huzuruna şifa-i olarak görüşeyim, bu celâdetli padişah cidden çok celadetli (yiğitlik, kuvvet ve şiddet). Ben yaveriyle uzun zaman bir yerde kaldım. Tuhaf gelir size nasıl sen kaldın diyeceksiniz? Yaşlı yaveriyle uzun zaman bir yerde kaldım, Abdülhamit faytonda giderken faytonun sağındaki solundaki nefes almaya bile korkarlardı, derdi. Medet Efendi. Allah rahmet etsin evliyaullahtan bir zâttı. Ben bizzat o celâdetli, haşmetli padişahın huzuruna çıktım. Hünkârım dedim. İstifamın kabulünü rica edeceğim dedim. Durumumuz budur dedim. Derin derin biraz düşündü. İstifa etmemi istemiyordu, yüzünün halinden belliydi. Israrıma da dayanamadı, öfkeli bir edayla, elinin tersiyle beni iter gibi “Haydi istifa ettirdik” dedi seni. Ben döndüm sevinerek geldim işimin başına.

Gece âlem-i manada orduların teftiş edildiğini gördüm. Gördüm ki son savaşı vermek üzere şarkında ve garbında savaşan orduları bizzat Rasul-i Ekrem teftiş ediyor. Efendimiz (SAV) yıldızın önünde duruyordu. Bütün Türk ordusu Aleyhissalâtu Vesselam’a teftiş veriyordu. Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri vardı. Abdülhamit de edeple, kemerbeste-i ubudiyetle kâinatın Fahr’ının arkasında duruyordu. Bütün ordular geçti. Derken benim birlik geldi; başında kumandanı olmadığı için darma dağındı. Efendimiz döndü Abdülhamit’e dedi ki “Abdülhamit! Nerede bu ordunun kumandanı?”, Abdülhamit “Yâ Rasulallah!, çok istedi, ısrar etti, istifa ettirdik.”. Efendimiz “Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik” buyurdu. Ben ağlamayayım da kim ağlasın !?..”

"İşte Avrupa'nın herhangi bir yerine gitmenize müsaade eden izin... Tekrar İstanbul'a gelirseniz. Türkiye artık sadece küçük bir memleket olacak... Demokrasi bir mezhep mücadelesi haline gelecek... Zannetmemki, milletim bu günkünden daha mutlu olsun..."             
     SULTAN ABDÜLHAMİT HAN


 Padişahım gelmemişken ya da biz,

 İşte geldik senden istimdada biz,

 Öldürürler başlasak feryada biz,

 Hasret olduk eski istibdada biz.


                              (Süleyman Nazif)    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder